Labels: Bir aydın olarak Fırat, Bir Fırat olarak Emre, Bir kuşum olarak Aydın, Emre Aydın, Kuşum Aydın, Polemikleri seven bir insanım
6 comments
Thursday, April 22
"Yıllara meydan savaşı ilan edince o cesaret, kin koca bir volkan olur; sonra da önünde eğiliverir."
Deniz Seki
Bir hayli ateşli günler ve geceler geçiriyorum. Zaman zaman da gecelerin beni geçirdiğini düşünecek gibi oluyorum; ama sonra gecelerin beni geçiremeyeceğini, bunun hiçbir akla hizmet etmediğini düşünüp geçirme kısmındaki edilgen kişinin ben olduğumu fark edip, birtakım histerik gözyaşları döküyorum.
Ateşli gecelerde benim canım her daim dört şey çeker: 1- Biraz daha mendil, daha çok mendil, hep mendil, hep mendil. 2- Bi' paket Winston Box. 3- "Deniz Seki'den "Sahici"yi dinleyelim yea." 4- Taze sıkılmış portakal suyu.
Bu ateşli günlerde, Meryem'in dün telefonla, bugün de mesajla ilettiği "Mutlaka vitamin al. Öptüm." şeklindeki cümlesinin üstünden çok geçmeden, adeta "Can'ı ben doğurdum; Can'ın şu anda neye ihtiyaç duyduğunu en iyi ben bilirim!" gibi birtakım kaynanamsı hisler besleyen çok sevgili annem beni portakal sularına boğdu diyebilirim. Evde olmadığı için portakal suyu sıkamadığı gündüz saatlerinde ise mutfağa "Can'ım, portakalları ortadan ikiye kes, sıkacağa koy, o kendi kendine çalışıyor! Seni çok seviyorum! Öptüm!" gibi birtakım notlar bırakıp beni bi' hayli güldürüyor. Gülüyorum; çünkü annem ünlem işaretini, noktadan çok daha fazla kullanır; hatta ve hatta onun "Bence bütün cümleler ünlem işareti ile bitmeli; çünkü insanın ağzından çıkan ve bittabi kişisel olan cümleler bir iddia, bir özgüven taşımakta; nokta işareti bu özgüveni ifade edecek kadar karakter sahibi değil!" gibi bir düşünceyi benimsediğini düşünüyorum. Bunun dışında yazmış olduğu "Portakalları ortadan ikiye kes!" gibi bir cümle sayesinde de, yıllardır içimdeki o fazla detaycılığın, o detaylarda boğulmuş anlatımımın sebebini ve kaynağını bulmadım değil. Bir de pek tabii ki "Seni tabii ki de en çok ben seviyorum, bu konuyu tartışmaya gerek yok!" eminliği de beni güldürmeye yetmiyor değil. "Ben de seni seviyorum anne, ama inan bana, konu aslında bu değil." gibi bir cümle kurup, dünyanın en gaddar evladı olmam an meselesi.
2 gündür yüksek ateş sayesinde hayatım gördüğünüz gibi felç oldu. Yemin ediyorum, porno sektöründeki yüksek ateşli kadınlara artık saygı duyuyorum.
Labels: Annemin ünlem işareti sevgisi, Porno sektöründeki kadınlara artık saygı duyuyorum, Portakal suyunun faydaları
0 comments
Wednesday, April 14

"Aslında bi' konuşsam insan içine çıkamazlar!"
Yeşim Salkım
Ben hiç zılgıt çekemedim. Muhtemelen bunun bir eksikliğini duyuyorum ki, an itibariyle "Ben hiç zılgıt çekemedim, arkadaşım ya!" gibi bir cümle kuruyorum. Mesela Berna Laçin'in gündüz saatlerinde Derya Baykal'ın programında yaptığı gibi "Alalaililililililiilliğe" şeklindeki zılgıtı bence çok başarılı bir çalışmaydı; bir an önce "Berna Laçin zılgıtı" diye tarihte kendine bir yer edinmeli bu zılgıt; insanlar "zılgıt" kelimesinin anlamına sözlüklerde baktıklarında şöyle bir şeyle karşılaşmalı: Zılgıt 2'ye ayrılır, birincisi düğünlerde, şenliklerde, halk oyunlarında yapılan "Yöresel zılgıt", ikincisiyse daha çok kentlerde yapılan, "Yöresel zılgıt"a oranla daha alafranga kaçan; adını, tarihte ilk defa Berna Laçin isimli bir Türk oyuncu ve sunucusu tarafından canlı yayında yapılmış olmasından alan "Berna Laçin zılgıtı"dır.
Peki diyelim benim gibi yeteneksiz bir insan değilsiniz ve evde, işte, okulda, sokakta, kısaca her yerde zılgıt çekebilme gibi şahane bir yeteneğiniz var; peki o zaman akla gelen ilk soru da şudur muhtemelen: "Arkadaşım, sen bu zılgıtı iyi çekiyorsun, a, yoğ, itiraz istemiyorum, çünkü sen çok iyi çekiyorsun; peki o zaman bu zılgıtı ne için, kimin için çekiyorsun?" Evet, oldukça mantıklı bir soru bence bu.
Mesela ben zılgıt çekebilecek kadar şahane biri olabilseydim, ilk zılgıtımı Tatyana için, ikinci zılgıtımı ise Kadir için çekerdim. Daha sonra da kendileri hakkında bir ton cümle kurabilir, elimdeki bir hayli can yakıcı kozlarla canlarını inanılmaz biçimde yakabilir, Kenan Erçetingöz ve/veya Şenay Düdek'in programlarında onların kirli ve terli ve iğrenç ve haftalardır Yumoş yüzü görmemiş iç çamaşırlarını 70 milyon (Türkiye) + 50 milyon (Ukrayna) + 15 milyon (Bulgaristan) = 135 milyonla paylaşabilir, onları kısaca mahvedebilirdim. Üstüne de muhtemelen bir Demet Akalın şarkısı dinleyip liseli kız havasında "Ahahahaha" bile yapabilirdim. Bakıyorum... İnanır mısınız, ben bunların her birini hala daha yapabilirim; çünkü ben potansiyeli olan, ancak bu potansiyelini kullanma konusunda özgürlüklerinden bir türlü feragat edememiş bir kimseyim. Bu kinayeli cümleyi de ne zamandır yazmak istiyordum, kısmet Tatiş'le Kadiş içinmiş. Canlarım. Canlarım.
Siz siz olun, sakın Yeşim Salkım'a karşı saygısızlık etmeyin. Takriben 1 haftadır insanların (Tatyana ve Kadir) iğrenç kişiliklerini aklıma getirmeyip nasıl yoluma devam edebileceğimi düşünüyorum; Yeşim Salkım'ın "Aslında bi' konuşsam..."lı cümleler kurduğunu hepimiz halihazırda bildiğimize göre, örnek alabileceğim tek insan da peki tabii ki Yeşim Salkım. "En sevdiğim müzisyen Yeşim Salkım" diye bir cümle de kurabilitem var, ama bu cümle üzerinde biraz daha düşünmek istiyorum.
İşbu sebeplerden mütevellit, 1 hafta boyunca Yeşim Salkım'dan "Nasıl desem, meğer seni bilen bilirmiş, bilmezdim; meğer senin değerlerin nasıl küçükmüş, öğrendim." isimli "Oh yeah, that's it baby" tadındaki şarkısını bütün ulusal radyo kanallarındaki canlı istek programlarında istemeye karar verdim.
Hayret edenlere de sevgilerimle...
Labels: Hiçbirinizin bilmediği gerçekleri ilk olarak "Tehdit ve Frikik" isimli ilk otobiyografik kitabımda yazazağım, Şenay Düdek ve Kenan Erçetingöz'ün peşimi bir türlü bırakmaması
0 comments
Tuesday, April 6

"Yanma demezler yanan adama, yanıyorum ben de inadına."
Tuğba Ekinci
Saç, kafanın üstünde yer alan ve insana oldukça sıkıntı yaratabilecek potansiyele sahip bir kıl kümesidir. Bu kıl kümesiyle mutluluğun arasında bir ters orantı vardır: Yani kıl kümesi ne denli büyük olursa o denli canımız sıkılır, o denli mutsuz ve stresli oluruz; kısaca saçlarımız her daim kısa olmalıdır ve biz de çok mutlu, çok şahane insanlarmışcasına etrafta dolanmalıyız; hoşlandığımız insanlarla "Ahaha, bebeyimsin ya." rahatlığında konuşmalıyız.
Cilt doktorum benim dünyanın en stresli insanı olduğumu düşünüyor. Bunu yalnızca düşünmekle kalmayıp, bana, hem de benim gibi stresten arınmış bir insanın yüzüne söyledi. Kendisi bu kadar da patavatsız, bu kadar da yanlış davranışlar içinde. Sanki sigaranın içinde aslında çok yararlı bir şeyin varlığını keşfetmiş gibi, muhteşem bir heyecanla bana şu cümleyi söyledi; "Can'ım, bak ben buldum: Ya sen çok stres yapıyorsun, ya da cildindeki bu alerjiyi tetikleyen birtakım besinler var." Bu tarz cümleleri yalnızca dermatoloğum değil, aynı zamanda berberimin de kurması üzerine, ben de yoğun istek üzerine saçlarımı 13'e vurdurttum geçen hafta; evet, vurdurttum. Hayata artık çok daha asi, çok daha keyifli bir pencereden bakıyor, hiç yürümediğim yollardan yürüyor, evde bol bol "Nefret ettiğim, o egosu yüksek adamlar" kategorisinin şahsım tarafından en nefret edilen insanı olan Nick Cave'i dinliyorum.
Birçoğumuz öğrenciyiz ve hepimizin vizeleri var. Nitekim benim de bugün vizelerim başlıyor. Doktorumun ve berberimin iddialarının aksine o denli stressizim ki, sınav saatime 5-6 saat kala hala daha Anayasa Hukuku isimli dersimin, İstanbul Üniversitesi resmi fotokopi sponsoru olan Sahara Fotokopi ve Y. Mergen ortaklığında hazırlanan notlarının ilk sayfasını dahi okumuş değilim. Şayet stresliyseniz size biricik Can amcanız olarak birkaç şey önermek istiyorum:
Diyelim ki çok umutsuzsunuz. Erkek arkadaşınız sizi başka bir erkekle aldattı. Ya da kız arkadaşınıza en yakın kız arkadaşınız yavşamakta. Anneniz size trip atıyor. Babanız size vereceği harçlığı size vermeyip yerine kendine tam tamına üç paket sigara aldı. Gülben Ergen'i samimi bulmaya başladınız. Yolda en sevdiğiniz rock şarkıcısı yüzünüze dahi bakmadı. Hayata dair birtakım sorgulamalar içerisindesiniz. Huzursuzsunuz. Panik oldunuz. Haliyle çok telaş yaptınız; üstelik sınavınıza sayılı dakikalar kaldı.